Hayatlarını sürdürebilmek için insanlar, aileler, şirketler gibi kentler de para kazanmalıdır. Kentlerin yaşanır olabilmesi, sürekli artan ve çeşitlenen kent ihtiyaçlarının giderilebilmesi için hem kent sakinlerinin refahının artması gerekir, hem de kentten toplanan ortak gider paylarının artması gerekir.
Bir kent, beyin ve emek göçünü tersine çevirmek, kentin vasıflı nüfusunu artırmak, kent ekonomisini geliştirmek, hemşerilerinin refahını artırmak istiyorsa öncelikle cazibesini artırmalıdır.
Coğrafi olarak avantaja sahip her şehir kendi kaynaklarıyla büyümeyi başarabilir. Düzenli olarak nüfusu, kişi başı geliri artabilir. Kentsel dönüşümünü sağlayabilir. Pırıl pırıl sokakları, harika yapıları, tıkır tıkır çalışan kamu kuruluşları, şehrine aşık hemşerileri olabilir. (Bkz: Konya, Kayseri) Milyonluk şehir olabilir, ama bu onu markalaştırmaya yetmez. Ne kadar büyük ve gelişmiş olursa olsun; dışardan yatırımcı, alıcı ve turist çekemiyorsa o kent için markalaşmış diyemeyiz.
Kente refah getirecek yeterli kaynağı kent içinden çıkarabilmek her zaman mümkün değildir. Bu yüzden kentler, şehir dışındaki kaynakları şehirlerine çekmeye odaklanmışlardır.
· Yerli ve yabancı turistler
· Şehre okumaya gelen üniversiteli öğrenciler
· Şehre çalışmaya gelen vasıflı işçiler ve beyaz yakalılar
· Şehre alışveriş için gelen tüccarlar
· Şehre yatırım yapan iş adamları
Bu kitleleri kentinize çekebilmek için bir yandan kentinizi güzelleştirmelisiniz, diğer yandan da kentinizle ilgili imajı (farkındalık ve bilinirlik) ilgi çekici hale getirmelisiniz. (Çünkü diğer şehirler böyle yapıyor.)
2-3 bin öğrenci kapasiteli vakıf üniversitelerinin bile şehre çektiği genç nüfusun şehrinize ne kadar canlılık kattığını, şehrinizin bilinirliğine ne kadar olumlu katkıları olduğunu görmüşsünüzdür.
Tabii öncelikle şu soruya da içtenlikle cevap vermelisiniz; Kentinizde yabancıları ağırlamak istiyor musunuz? Yabancıları kabullenebilecek misiniz? Başka kültürlerden yetişmiş insanlarla komşu olabilecek misiniz?
Bugün Anadolu’da birçok kent kendi yağıyla kavrulmayı tercih ediyor. Şehrine yabancılar (turistler, öğrenciler, işçiler, iş adamları) gelsin istemiyorlar. Muhafazakâr yapılarının bozulacağını düşünüyorlar.
İçine kapanık şehirler zamanla boşalır, küçülür ve tarihten silinir. Güçlü ve zengin bir şehir olmak istiyorsanız dışa açılmak zorundasınız. Kendi yağıyla kavrulan, içe kapanık şehirler Marka Kent olma iddiası taşıyamazlar. Bir kent dışardan yatırımcı, alıcı ve turist çekmek için markalaşır.
Dışarıdan gelen bu insan kaynağına da kendi yaşam tarzınızı dayatmamalısınız. Şehre gelenlerin kültürüne göre de yapılanmanız ve hizmet üretmeniz gerekir. Pek ala kendi şehrinizin değerlerini koruyarak bunu yapabilirsiniz.
Siz kentinizi dışa açmasanız bile komşu şehirleriniz bunu yapacak. Sizin şehrinizin nüfuzunu sünger gibi emecek. Siz cüce, onlar ise marka şehir olacak.
Kentinizde yaşayanlara daha yüksek yaşam kalitesi sunmak için dünyadaki tüm kentler ile rekabet içinde olduğunuzu bilmek, “Marka Kent” olma bilincinin ilk aşamasıdır.
Yani “Marka Kent” olmak bir trende takılmak için değil bir hedefe ulaşmak için olmalıdır. Bir kent ülkesindeki ve dünyadaki yatırımları, alıcıları ve turistleri kendisine çekmek için markalaşma faaliyetleri yürütür. Kent sakinlerini eğlendirmek, kent liderlerinin ve hemşerilerinin egolarını okşamak için değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder