1 Eylül 2012 Cumartesi

Marka Kent


Marketing Türkiye dergisinin Marketing Anadolu eki için benimle yaptığı ve 1 Ağustos 2012 tarihli sayısında yayınlanan röportajın tam metni aşağıdadır.

1.        “Marka kent” olmak sizin için ne ifade ediyor?

Bazı şehirler küçülüyor, bazı şehirler büyüyor. Bazı şehirler modernleşiyor, bazı şehirler gettolaşıyor. Bazı şehirler fakirleşiyor, bazı şehirler zenginleşiyor. Bazı şehirler göç alıyor, bazı şehirler göç veriyor. Bazı şehirlerin ziyaretçi sayısı on milyonları geçiyor, bazı şehirlerin on bin ziyaretçisi bile yok. Bazı şehirlerin adını tüm dünya biliyor, bazı şehirlerin adını ise kendi ülkesindeki vatandaşları bile zor hatırlıyor.

Demek ki sadece ürünler değil, insanlar, kitaplar, filimler, ülkeler gibi kentler de markalaşıyor. Ürünler gibi kentlerinde cazibesi varsa marka değeri ve dolayısıyla taliplisi artıyor. Dolayısıyla marka değeri yüksek bir üründen bahsediyorsak, marka değeri yüksek bir kentten de bahsedebiliriz.

Üniversite yıllarımızda ölmeden önce görülmesi gereken kentler listemiz vardı. Marka kent yeni hayatımıza giren bir kavram. Son on yılın kavramı. Markalaşmış bir kenti ifade ediyor. Herkesin gitmek ve görmek isteyeceği kenti. Okumak, yerleşmek, belki de yatırım yapmak isteyeceği kenti ifade ediyor. 

Marka kent kendine turist, tüccar, yatırımcı, öğrenci ve göçmen çekebilen kenttir. Kentine geçici veya kalıcı gelenlere iyi hizmet sunabilen kenttir. Marka kent dışa açılmayı bilen kenttir. Marka kent davetkardır. Marka kent misafirperverdir. Marka kent ilginçtir. Marka kent sosyaldir, eğlencelidir.

Marka kent ile turistik yeri karıştırmamak gerekiyor. Bodrum Muğla’yı marka kent yapmıyor. Pamukkale Denizli’yi, Kapadokya Nevşehir’i marka kent yapmıyor.

Bir ilin sınırları içerisinde tüm dünyanın görmek isteyeceği doğal ve tarihi yerler bulunabilir. Bu lokasyonlar dünyada ilgi görüyor ve bol turist çekiyor olabilir. Böyle olduğu halde ilin metropolü (kent) bu ilgi ve turistten faydalanamıyorsa “Marka Kent” olgusundan bahsedemeyiz.

İl sınırları içerisine turist çekmeyi başarmış, fakat metropolüne (kentine) turist çekmeyi başaramamış bir sürü il vardır. Bahsettiğim Kapadokya-Nevşehir, Pamukkale-Denizli, Bodrum-Muğla buna örnektir.

“Marka Kent” kavramı tüm ile değil, ilin merkezine (kente) yatırımcı, alıcı ve turist çekmeye odaklanır. Bu sebeple “Marka Kent” olmaya çalışan illerin kent dışında ama il sınırları içerisinde olan yerlere yatırım yapması tatlı bir girişimden öteye geçemez. Bu tip girişimler “Marka Kent” projesine çok az katkıda bulunur.

Tabiî ki bir şehrin Valisi, Belediye Başkanı ve diğer şehir ileri gelenleri il sınırlarındaki her yerin güzelleşmesini ve dünyaca ilgi çekmesini isteyebilir. Bunun için plan ve projeler yapabilir veya yapılan plan ve projeleri destekleyebilirler. Ama Marka Kent olma iddiasındalarsa, güzelleştirmeye ve dünyanın ilgisini çekmeye metropolden (kentten) başlamalıdırlar.

Tabi bu söylediklerimden kentsel dönüşümünü sağlayamamış kentler marka olamaz anlamı çıkmamalıdır. Bir şehir kentsel dönüşümünü sağlamadan da marka olabilir ama marka kalabilmesi için de kentsel dönüşümünü tamamlamalıdır.

2.        Sizce marka kent olmak bir moda mı?

Marka kent olmak için yola çıkan, bir heyecanla projeler hazırlayan ve sonrasını getirmeyen bir sürü kent gördükten sonra “marka kent” kavramının moda olduğu için ele alındığını düşünmeye başladım.

Maalesef bazı kentlerin ileri gelenleri “marka kent olma hedefini” moda olduğu için gündemlerine aldılar.  Baktılar ki; “marka kent” kavramı medyada çok konuşuluyor, komşu iller markalaşmak için çabalar içinde, ajanslar/uzmanlar kapılarını aşındırıyor marka kent olmanın faydalarından bahsediyor, o zaman “biz de marka kent olalım” dediler.

Tabii özenti bir anlayışla kentlerini markalaştırmaya kalkan kent ileri gelenleri şehrin festivallerine biraz daha destek vererek, biraz daha fazla ve ünlü sanatçıyı şehre davet ederek “Marka Kent” mertebesine çıkabileceklerini düşündüler. Bir iki projeyle kentlerini markalaştırabileceklerini düşünenlerin en büyük numarası “www.markakentgaziantep.com” gibi siteler açtırmak ve şehri “marka kent olduk”  afişleriyle donatmak oldu.

Marka kent olmak bir iki projeyle ve birkaç yılda başarılacak bir şey değil. Öncelikle marka kent olmak isteyen her kent kendine en az on yıllık bir yol haritası koymak zorunda. Marka ısrardan ve sabırdan doğar. Marka kent olmak için uzun soluklu planlama ve uygulama ile istenen sonuçlara ulaşılabileceğini söylemem gerek.  

Bir kenti markalaştırmak için kentin etkin yöneticilerinin katkısına ihtiyaç vardır.  Onlar kentin markalaşması yolunda irade ve kararlılık göstermez ise, markalaşma çalışmaları ölü doğar veya sonuca ulaşmaz. Kentin ileri gelenleri kendilerini bir marka yöneticisi gibi görmeleri gerekir.

“Marka Kent” kavramını ve teorisini doğru anlayabilmeleri için kentin ileri gelenleri kendi kent üniversitelerinde “Marka Yönetimi” alanında mastır yapmaları gerekiyor. Böylece Marka Kent konusunda nereden başlamaları ve nasıl devam etmeleri gerektiği konusunda daha bütünlükçü bir fikirleri olur. Bu alanda nelerin yapılması gerektiğini söyleyen uzmanların görüşlerini doğru süzebilirler.

Sadece valiliğin veya belediyenin başlatacağı “marka kent” olma çabası bir yere varmayacaktır.  Daha geniş bir katılımla belirlenecek planla bir kent markalaşabilir. Vali ve kaymakamlar, il ve ilçe belediye başkanları, kentin milletvekilleri, üniversite rektörleri, emniyet genel müdürü, kalkınma ajansı başkanı, ticaret ve sanayi odaları başkanları, yerel medya ve STK temsilcileri gibi kentin önemli kuruluşlarının liderlerinin bu yoldaki işbirliği bir kenti markalaştırılabilir.

3.        Bir şehrin markalaşmaya yatırım yapması sizce neden önemlidir?

Hayatlarını sürdürebilmek için insanlar, aileler, şirketler gibi kentler de para kazanmalıdır. Kentlerin yaşanır olabilmesi, sürekli artan ve çeşitlenen kent ihtiyaçlarının giderilebilmesi için hem kent sakinlerinin refahının artması gerekir, hem de kentten toplanan ortak gider paylarının artması gerekir.

Bir kent, beyin ve emek göçünü tersine çevirmek, kentin vasıflı nüfusunu artırmak, kent ekonomisini geliştirmek, hemşerilerinin refahını artırmak istiyorsa öncelikle cazibesini artırmalıdır.

Coğrafi olarak avantaja sahip her şehir kendi kaynaklarıyla büyümeyi başarabilir. Düzenli olarak nüfusu, kişi başı geliri artabilir. Kentsel dönüşümünü sağlayabilir. Pırıl pırıl sokakları, harika yapıları, tıkır tıkır çalışan kamu kuruluşları, şehrine aşık hemşerileri olabilir. (Buna Konya ve Kayseri şehirlerimizi örnek verebilirim) Milyonluk şehir olabilir, ama bu onu markalaştırmaya yetmez. Ne kadar büyük ve gelişmiş olursa olsun; dışardan yatırımcı, alıcı ve turist çekemiyorsa o kent için markalaşmış diyemeyiz.

Kente refah getirecek yeterli kaynağı kent içinden çıkarabilmek her zaman mümkün değildir. Bu yüzden kentler, şehir dışındaki kaynakları şehirlerine çekmeye odaklanmışlardır. Nedir bu kaynaklar;

·         Yerli ve yabancı turistler
·         Şehre okumaya gelen üniversiteli öğrenciler
·         Şehre çalışmaya gelen vasıflı işçiler ve beyaz yakalılar
·         Şehre alışveriş için gelen tüccarlar
·         Şehre yatırım yapan iş adamları

Bu kitleleri kentinize çekebilmek için bir yandan kentinizi güzelleştirmelisiniz, diğer yandan da kentinizle ilgili imajı (farkındalık ve bilinirlik) ilgi çekici hale getirmelisiniz. (Çünkü diğer şehirler böyle yapıyor.)

2-3 bin öğrenci kapasiteli vakıf üniversitelerinin bile bir kente ne kadar canlılık kattığını, kentin bilinirliğine ne kadar olumlu katkıları olduğunu gördük. Son 20 yılda Anadolu şehirlerinin daha az göç vermesinin sebebi, kentlerinde açılan resmi ve vakıf üniversiteleridir. Bu üniversiteler ilk açıldığında Anadolulu kent ahalisi pek endişeliydi. Gelen öğrencilerin kentlerine karışıklık getireceğini düşünüyorlardı. Öğrencilere ev kiralamıyorlardı. Zamanla başka şehirlerden kentlerine gelen öğrencilerin bereket de getirdiklerini gördüler.

Buradan yola çıkarak marka kent olmak isteyenlerin öncelikle şu soruya içtenlikle cevap vermelerini beklerim; Kentinizde yabancıları ağırlamak istiyor musunuz? Yabancıları kabullenebilecek misiniz? Başka kültürlerden yetişmiş insanlarla komşu olabilecek misiniz?

Bugün Anadolu’da birçok kent kendi yağıyla kavrulmayı tercih ediyor. Şehrine yabancılar (turistler, öğrenciler, işçiler, iş adamları) gelsin istemiyorlar. Muhafazakâr yapılarının bozulacağını düşünüyorlar.

İçine kapanık şehirler zamanla boşalır, küçülür ve tarihten silinir. Güçlü ve zengin bir şehir olmak istiyorsanız dışa açılmak zorundasınız. Kendi yağıyla kavrulan, içe kapanık şehirler Marka Kent olma iddiası taşıyamazlar. Bir kent dışardan yatırımcı, alıcı, turist ve hatta göçmen çekmek için markalaşır.

Kentinize gelen ziyaretçilere de kendi yaşam tarzınızı dayatmamalısınız. Şehre gelenlerin kültürüne göre de yapılanmanız ve hizmet üretmeniz gerekir. Pek ala kendi şehrinizin değerlerini koruyarak bunu yapabilirsiniz.

Siz kentinizi dışa açmasanız bile komşu şehirleriniz bunu yapacak. Sizin şehrinizin nüfuzunu sünger gibi emecek. Siz cüce, onlar ise marka şehir olacak.

Kentinizde yaşayanlara daha yüksek yaşam kalitesi sunmak için dünyadaki tüm kentler ile rekabet içinde olduğunuzu bilmek, “Marka Kent” olma bilincinin ilk aşamasıdır.

4.        Markalaşmak bir şehre ne gibi kazançlar sağlayabilir?

Sanırım önceki sorularınıza verdiğim cevaplarda bu sorunuzun cevabı var. Ama özetleyecek olursam;

·         Şehir canlanır.
·         Şehir ekonomisi büyür.
·         İstihdam artar.
·         Şehrin alt yapı ve üst yapı ihtiyaçları hızla karşılanır.
·         Şehir göç vermez.
·         Şehir modern kamu alanlarına sahip olur.
·         Hemşeriler şehirleriyle gurur duyarlar.

Sanırım bu getiriler marka kent olmak için yeterli sebeptir.

5.        Sizce her şehir markalaşabilir mi?

Her yerleşkenin içinde yaşayanlarca ve komşu yerleşkelerce bir marka değeri vardır.  Yani en ufak köyün bile çevresindekilerin zihninde bir alameti farikası, bir bilinirliği, bir imajı vardır. Ama bu marka kent olmak için yeterli değildir.

Yerleşkenin, ki bu köy veya ilçe de olabilir, potansiyeline göre bir konumlandırma seçilir ve konumlandırma üzerinden projeler ve tanıtım faaliyetleri yürütülürse her yerleşke belli oranda markalaşabilir. 

6.        Kent markalaştırmasının adımları nelerdir, en önemli aşaması nedir?

Kenti markalaştırmanın adımlarını kısaca şöyle sıralayabilirim. 
1.        Kentin öne çıkarılması gereken özelliklerin belirlenmesi.
2.        En güçlü özellik üzerinden konumlandırma belirlenmesi.
3.        Konumlandırma ışığında kent logosu ve sloganının belirlenmesi.
4.        Hedef kitleleri kente çekecek özelliklerin sunumunu iyileştirmek.
5.        Hedef kitlelerde kent farkındalığı yaratmak için iletişim çalışmaları yürütmek.
6.        Hemşerilerde «marka kent» olma bilinci ve kültürü yaratmak için iletişim ve eğitim projeleri yürütmek.
7.        Hedef kitleleri kente çağıracak iletişim çalışmaları ve etkinlik projeleri yürütmek.
8.        Kente gelen hedef kitlelerin beklediklerinden daha iyi deneyim yaşamalarını sağlamak.

Bu adımlar üzerinde çok iyi düşünülür ve doğru planlama yapılırsa her kent hedeflediği marka düzeyine ulaşabilir.

Kent markalaştırmasında en önemli adım konumlandırmadır. Kentlerin bir çok özelliği ve güzelliği vardır. Ama maalesef marka konumlandırma tekniğinin temeli sadece bir özelliğe/güzelliğe odaklanmadan geçiyor. Kentinizin konumlandırmasını kentin güçlü, olumlu ve farklılık yaratan yönlerinden sadece biri üzerine inşaa etmelisiniz. Bu diğer özelliklerin üstünü örteceğiniz anlamına gelmez. 

Kentinizin en güçlü, en dikkat çekici ve en cazip alameti farikasını bulmak her zaman kolay olmayabilir. Kentinizin ileri gelenleri farklı görüşlere sahip olabilir. Aslında kent konumlandırmasının üzerine inşaa edilecek kent özelliğini kentin ileri gelenleri değil, araştırma şirketlerinin veya pazarlama danışmanlarını veya iletişim akademisyenlerinin bilimsel çalışma yürüterek belirlemesi en doğrusudur.

Konumlandırma belirleme tekniklerinin en başında araştırma gelir. Yurt içindeki ve yurt dışındaki hedef kitlenize kentinizi sormalısınız. Bu da geniş çaplı kamuoyu yoklaması anlamına gelir. Kentinizde fokus grup araştırmaları yapmayı da unutmamalısınız. Bu araştırmalar size hangi özelliğinizi konumlandırma temeli olarak seçmeniz gerektiğini söyleyecektir.

Konumlandırma belirlerken bazen en önemli özelliğiniz değil de, hiç aklınıza gelmeyen bir özelliğiniz de uzmanlarca size önerilebilir. Bunun temel nedeni, bu özelliğin üzerinde doğru projeler üretilirse ve daha farklı sunulursa daha fazla dünya vatandaşının ilgisini çekme potansiyeli taşıyor olmasıdır, muhtemelen.

Kentinizin dişe dokunur bir alameti farikası yoksa ne yapacaksınız? Alameti farikayı siz yaratacaksınız. Başka çareniz yok. Paris ve Eiffel kulesi buna örnektir.

7.        Sizce bir şehir markalaşma sürecinde nasıl bir strateji izlemeli ve ne gibi çalışmalar gerçekleştirmelidir?

Kentleri markalaştırma çabalarında en büyük problem, markalaştırma işine kimlerin el atacağı ve nasıl bir sistemle yürütüleceğini bilememekten kaynaklanıyor.

Bir kenti markalaştırmak için kentteki hangi kurum harekete geçmelidir? Valilik? Belediye? Sanayi ve Ticaret Odaları? İlin bağlı olduğu Kalkınma Ajansı? İldeki Üniversiteler? İldeki ulusal markaların üreticisi olan firmalar?

En doğrusu Valilik öncülüğünde yukarıda saydığım ve saymadığım ilin tüm önemli resmi ve özel kurumlarının temsilcilerinin katılımıyla markalaşma faaliyetlerinin yürütülmesidir. 

Benim önerim kentin önemli kamu ve özel kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan bir planlama grubunun kurulması, bu grubun dışarıdan bir danışman ve iş dünyası temsilcileri tarafından desteklenmesidir.

Kentin konumlandırmasını, marka iletişim stratejisini, sloganını ve logosunu bu planlama grubu belirlemelidir. Tabii ki bunları yaparken kentteki üniversitelerden yardım almalı, araştırma şirketleriyle çalışmalı, danışmanlardan hizmet almalı, slogan ve logo belirlemek için yarışma veya konkur düzenlemelidir.

Sonrasında uygulama grubu devreye girmelidir. Uygulama grubu planlama grubunu oluşturan temsilcilerin bağlı olduğu kurumların ortaklığıyla kurulan bir şirket olmalıdır. (İstanbul Kültür A.Ş. gibi)

Uygulama grubunun kurulmasındaki amaç, markalaşmaya dair yapılacak işlerin uzmanlık gerektirmesi. Ayrıca uygulama grubundaki kişiler tam zamanlı olarak kentin markalaşması üzerine çalışmaları gerekiyor. Uygulama grubunda istihdam edilecek kişilerin eğitimleri ve iş tecrübeleri; reklamcılık, grafik, halkla ilişkiler, sahne sanatları, etkinlik ve organizasyon düzenleme, kamuoyu araştırmaları, gazetecilik, sponsorluk, medya planlama gibi alanlardan gelmesi gerekiyor.

Uygulama grubu, planlama grubunun belirlediği konumlandırma, hedef ve strateji ışığında projeler üretecek, iletişim faaliyetleri yürütecek ve etkinlikler düzenleyecektir. Planlama grubu da plana uygun ilerlenip ilerlenmediğini denetleyecektir.

Uygulama grubu eline verilen yol haritası ve hedefe uygun olarak hızla karar alabilmesi için özerk olmalıdır. Faaliyetleriyle hedefe ulaşamıyorsa kadroları değiştirilmelidir. Şehrin ileri gelen yöneticileri ve planlama grubu uygulama grubuna müdahale etmemeli, uygulama grubunun performansını sonuçlara göre(hedefe ne kadar yaklaşıldığına göre) değerlendirmelidir. Hedefe ulaşılıp ulaşılmadığı da doğru bir ölçüm sistemiyle sürekli kontrol edilmeli ve marka kent olma yolunda alınan mesafe gözetlenmelidir.

Uygulama gurubunun kurulmasıyla birlikte kentin markalaşma faaliyetleri sekteye de uğramayacaktır. 

8.        Anadolu’da hangi kentlerin markalaşmayı başarmış olduğunu düşünüyorsunuz?

Anadolu’da markalaşmayı başarmış bir kentimiz maalesef yok bence. İstanbul bile markalaşmayı daha yeni başardı diye düşünüyorum. İyi bir strateji, planlama ve uygulama ile 8-9 yıl içerisinde dünyaca merak ve ziyaret edilen Anadolu kentlerimiz olabilir. Çünkü bu potansiyel birçok ilimizde var. Ama Anadolu kentleri önce yerli halkı kendisine çekmeyi, Türkiye çapında markalaşmayı hedeflemeli.

Japonya’nın Konya büyüklüğündeki Kobe kentini yılda 50 milyon Japon ziyaret ediyor. Biz Türkler ise Türkiye’yi ve kentlerimizi dolaşmıyoruz. Çünkü kentlerimiz davetkar değil. Örneğin Konya’nın marka yöneticileri (vali ve belediye başkanları) 80 ilimize açıkhava ilanları vermesi ve tüm Türkiye’yi Konya’ya davet etmesi gerekirdi. Önce kendi vatandaşını çekeceksin. Güzelliklerini, özelliklerini onlara göstereceksin. Sonra dünya seni yavaş yavaş duymaya başlar. Zamanı gelince Dünya’yı da davet edersin Konya’ya.

Maalesef Anadolu kentleri yöneticileri ve hemşerileriyle birlikte hala kapalı bir toplum. Şehirlerine turist, yatırımcı, öğrenci ve göç almakta isteksizler. Birinci ligde takımı olan bir kentin teknik direktörü, kentlerinin çok sıkıcı olmasından dolayı bırakın yabancı futbolcuyu yerli futbolcu bile ellerinde tutamadıklarından yakınmıştı. Durum bu kadar vahim anlayacağınız.

Marka kent olmak için bir kentin yapması gereken temel hareketler ve artistik hareketler birbirinden farklıdır. Maalesef temel hareketler düzeyinde bile iyi diyebileceğim bir Anadolu kentimiz yok.   

9.        Türkiye’de hangi kentlerin markalaşma potansiyeline sahip olduğunu düşünüyorsunuz?

Yine de başarılı bir markalaştırma programı yürütürlerse Konya, Adana, Kayseri, Gaziantep, İzmir, Ankara, Bursa, Antalya, Mardin, Eskişehir gibi kentlerimizin dünya çapında marka kent olabileceklerine inanıyorum.

10.     Dünyada hangi şehirlerin markalaşmayı başardığını düşünüyorsunuz?

Tabi bulunduğu yer itibariyle, jeopolitik ve konjonktürel nedenlerden dolayı kendiliğinden markalaşmış kentler var. Genelde bu şehirler tarihi şehirler. Bana göre kendiliğinden marka kent olmuş şehirler şunlar: Venedik, Londra, Paris, Berlin, Roma, Floransa, Milano, Pekin, Kahire, Mekke, Vatikan, Havana, Dublin, Bordeaux, Kopenhag, Oxford, Antwerp, Viyana, Prag, San Francisco, Chicago…

Bir de planlı bir şekilde markalaştırılan şehirler var. Sadece alt ve üst yapılarıyla değil, tanıtımlarıyla da markalaşmış şehirler bunlar. New York, Los Angeles, Dubai, Cannes, Seul, Sydney, Hong Kong, Las Vegas, Frankfurt, Hannover, Kyoto, Rio de Janerio, ve Amsterdam bence böyle şehirler.

İstanbul, Moskova, Şangay, Dubrovnik ve benzerleri markalaşma yolunda ilerleyen şehirler.  Bağdat, İskenderiye, Atina ve Kudüs benzeri şehirler de marka kent özelliğini kaybetmekte olan şehirler.

11.     Bir şehir markalaşma çalışmaları esnasında sizce nasıl bir ajansla çalışmalı? Bu ajans nasıl özelliklere sahip olmalıdır?

Daha önce bahsettiğim gibi şehrin ileri gelen kurumlarının temsilcilerinden oluşan planlama grubu kentin konumlandırmasını, sloganını, logosunu ve on yıllık yol haritasını belirlemelidir.  Sonrasını uygulama grubu yürütmelidir. Yani kent markalaştırmasında ihtiyaç duyulan ajansları uygulama grubu seçmelidir. Reklam, halkla ilişkiler, sponsorluk, etkinlik, araştırma, medya planlama, medya takip ve daha bir çok ajansı (tedarikçiyi) bu uygulama grubu işe almalıdır.  Uygulama grubu kadroları işinin uzmanlarından seçileceği için bu ajansları/tedarikçileri verimli çalıştıracaklardır.

Kentlere önerim, öncelikle kentlerindeki ajanslara iş vermeleridir. Onlara bir şans tanımalarıdır. Kentlerindeki bu ajansları kullanmaları, onların büyümelerine ve güçlenmelerine yol açacak ve bu ajanslar da şehirdeki markalara layıkıyla hizmet üretecektir. (Ben Anadolu’daki markaların İstanbullu ajanslarla çalışmalarını, çalışmak zorunda olmalarını sağlıklı bulmuyorum.) İstanbullu ajansları kullanmak son çareleri olmalıdır.

Kentlerin aklına ilk gelen uluslararası bir ajansın İstanbul ayağındaki reklam ajansıyla çalışmaktır. Çünkü önce ve hemen ulaşmaları gereken kitle olarak kendilerine yabancılar önerilmiştir. Bence kentlerimiz markalaşma faaliyetlerindeki reklamı ilk önce Türkiye’deki diğer kent sakinlerine yönelik yapmalıdır. Bu yüzden de en başta yabancı ortaklı bir reklam ajansına da ihtiyaçları yoktur.

Belki de en başta söylemem gereken şey bir kenti bir ajansın markalaştıramayacağıdır. Sadece bir ajansa bel bağlamak hayalcilik olur. Kenti markalaştıracak olan, kentin yöneticilerinin birleşerek marka kent olmayı hedeflerine koymaları ve tüm planları kendilerinin çizmeleridir. Ajanslar sadece uygulamada devreye girmelidir.

1 Haziran 2012 Cuma

Konya Nasıl Marka Kent Olabilir?


Geçenlerde Konyalı dostlar Konya’nın nasıl markalaşabileceğine dair fikrimi sordular. Bundan 10-11 yıl önce danışmanlığını yaptığım Konyalı bir şirket sayesinde Konya’yı tanıma fırsatım olmuştu. Hatta bu şirket bana bir Konya tanıtım filmi de hazırlatmıştı. Tanıtım filminin metinlerini yazabilmek için epey bir Konya araştırması yapmıştım.

Konya çok güzel bir şehir. Bereketli Konya ovasının kuzeyine konumlanmış tarihi bir şehir. İlin geçmişinde MÖ yedi binlere kadar ulaşan yerleşim yerleri bile mevcut. Kentin geçmişi ise önce Hititlilere, sonra Romalılara dayanıyor. Selçuklulara iki yüzyıl başkentlik yapmış. Bilimin, sanatın ve tasavvufun merkezi olmuş yüzyıllarca. Ve tabii ki Mevlana ile özdeşleşmiş bir şehir Konya.

Gez dünyayı, gör Konya’yı diye bir deyimimiz vardır (kimileri bunun Mevlana’nın sözü olduğunu iddia eder), hakikaten doğrudur.

Konya’yı gezmeniz için epey neden vardır; Mevlana Müzesi, Vuslat Törenleri, Selçuklu dönemi eserleri, Aleaddin Tepesi, Meram Bağları, Meke gölü, Tınaztepe mağarası, Yerköprü şelalesi, Sille Akmanastır,  Kilistra antik kenti, Çatalhöyük, Nasreddin Hoca, müzeler, parklar, camiler ve elbette başta etli ekmek ve fırın tandır olmak üzere eşsiz Konya Mutfağı…

Kent mimarisi de oldukça planlıdır Konya’da. Gecekondu mahalleleri yok denecek kadar azdır. Yolları geniş ve moderndir. Ulaşım problemi yoktur. Caddeler pırıl pırıldır. Sanayi bölgeleri çok iyi planlanmıştır. Kentsel dönüşümünü sağlayabilmiş ender şehirlerimizden biridir. (Belediye çalışıyor anlayacağınız.)

İkisi vakıf, ikisi devlet olmak üzere 4 tane üniversitesi var Konya’nın.  Bunlardan en büyüğü ve eskisi Selçuklu Üniversitesi.  Burada 80 bin civarında öğrenci okuyor. Kampüsü şehrin epey dışında olmasına rağmen kentin canlı kalmasına önemli etkisi var Selçuklu Üniversitesi’nin. Diğer 3 tanesi yeni kurulmuş. Ama bunların da Konya’nın ekonomisine ve markalaşmasına çok katkısı olacaktır ileride. Umarım daha fazla üniversite ve fakülte açılır Konya’da. Gelecekte Anadolu’nun bilim yuvası olma iddiası taşıyabilir bu kentimiz. 

Konyalının övündüğü özelliklerinden biri de Selçuklu İmparatorluğu’na 200 yıl başkentlik yapması ve önemli Selçuklu eserlerinin şehirlerinde bolca bulunması. (Şehir ileri gelenlerinden önemli bir kısmı Konya’nın konumlandırmasının Selçukluluk üzerine olması gerektiğini iddia ediyorlar.)

Kent markalaşması üzerine yazdığım önceki yazılarda da belirttiğim gibi bir kent kendisine turist, öğrenci, iş adamı, vasıflı çalışan çekmek istiyorsa ve göç vermemek istiyorsa markalaşmaya çalışmalıdır.

Konya ise güzelliklerine ve özelliklerine göre turist fakiri bir kenttir diyebiliriz. Bunun en temel sebebi muhafazakar yapısı. Belki markalaşmayı istiyorlar ama, markalaştıkları zaman gelecek yabancıları kabullenmek konusunda hazır değiller gibi geldi bana. Hatta aralarına yabancı almak istemedikleri için Selçuklu Üniversitesi’ni şehrin çok uzağına kurmuşlar diye düşünmedim değil.  

Konya muhafazakar bir kent dedim ama kesinlikle Atatürk’ün çizdiği cumhuriyet değerlerine bağlı bir halkı var. Dindar yaşamayı tercih eden, hoşgörülü ve sakin bir çoğunluğu mevcut. Mevlana’nın torunu olup da tasavvuf çeşmesinden bolca içmemeleri ve Mevlana’nın kardeşlik öğretilerinden etkilenmemeleri tabii ki beklenemez. Aslında alameti farikaları da bu. Bin yıllık tasavvuf geleneği şehre sükûnet ve huzur aşılamış adeta. Caddelerinde dolaşırken kendinizi güvende hissediyorsunuz, maneviyat dolu bir bölgede dolaştığınızı düşünüyorsunuz.

2 milyon nüfuslu Konya ilinin kentinde 1 milyon kişi yaşıyor. 2011 yılında Konya’yı 500 bini yabancı 2 milyon turist ziyaret etmiş.  (Japonya’nın Kyoto kenti Konya ile aynı nüfusa sahip ama 2011 yılında 2 milyonu yabancı 50 milyon turist ağırlamış.)  Konya’ya gelen turistlerin %80’i günübirlik geliyor. Dolayısıyla neredeyse Konya ekonomisine hiç katkıda bulunmadan Konya’yı gezip ayrılıyorlar. Konya kentini ziyaret eden turistin kente katkısının yılda 100 milyon TL’yi aşmadığı tahmin ediliyor.  (Kyoto’nun turizmden kazancı ise 5 milyar doların üzerinde. Yani Kyoto’ya gelen turistler bu şehirde 5 milyar dolar harcayıp gidiyorlar.)

Konya’nın yeterince turist çekememesinin en önemli sebebinin bu alanda planlı projeler yürütmemelerine bağlıyorum. Kentlerine turist, öğrenci, iş adamı ve vasıflı çalışan çekmek için uzun soluklu planları yok bence. Varsa da etkili değil herhalde.

Nereden mi bu kanıya vardım?; mesela Konyalı kamu ve özel kuruluşları üzerinde konsensüs sağlanmış bir konumlandırmaları bile henüz yok.  Turist çekebilmek için markalaşmak, markalaşabilmek için de sağlam bir konumlandırma gerekiyor.

Konya’nın birçok özelliği ve güzelliği var ama ses getirecek alameti farikası Mevlana’dır bence. Mevlana Celaleddin-i Rumi; yüzyıllar öncesinden ortaya koyduğu fikirler ile bugün bile insanlığın pek çok sorununa çözüm yolları gösteren, binlerce insanın yüreğini aydınlatan ve sosyal hayata zerafeti ve nezaketi yerleştiren terbiye sistemini kuran bir gönül insanı olarak kabul ediliyor. Mevlana dünya çapında huzur, hoşgörü ve sevgi kavramlarıyla anılıyor.

Mevlana’nın öğretisi çoktan Türkiye sınırlarını aşmıştır. Unesco 2007 yılını Mevlana yılı ilan etmiştir. Google’da araştırırsanız Madonna’dan Japonya başbakanına kadar Mevlana ile ilgili demeçler vermiş yabancı ünlüleri görürsünüz. Zaten Konya’ya gelen turistlerin %90’ı da mutlaka Mevlana Müzesini gezerek niçin Konya’ya geldiklerini gayet iyi anlatmaktadır bizlere. Konyalı dostlarımın söylediğine göre de çeşitli araştırmalarda da Konya denince akla %90 oranında Mevlana gelmektedir.

Dünyaca merak ve takip edilen Mevlana’ya sahip Konya’nın inanç turizminden yeterince yararlanamaması ne kadar yazık.  

Hâlbuki dünyanın dört bir tarafında insanlar inanç dünyalarını zenginleştirmek için arayış içinde. Kendini, Tanrıyı, manayı aramaya çıkan gelişmiş ülkelerdeki insanlar Tibet’in yüksek dağlarındaki Budist tapınaklarına dahi çıkmaktadırlar. Kuş uçmaz kervan geçmez bu tapınaklar hakkında binlerce kitap yazılmış ve film çekilmiştir.

Bana öyle geliyor ki gittikçe kentleşen ve teknolojiye boğulan insanlar daha fazla inanç turizmine yönelecekler. Hangi dinden olduğuna bakmaksızın barışa ve kardeşliğe vurgu yapan öğretileri merak edecek ve yerinde incelemek isteyecekler.

Tasavvufun merkezi olan Konya insanlara daha farklı, daha güçlü ve daha ilginç sunulursa, dünyanın dört bir tarafındaki farklı dinlere sahip insanlar, mana bulmak için Konya’ya akın akın gelebilir.

Peki Konya böyle bir rolü üstlenmeye hazır mı? Kentlerini yabancılara açmayı istiyorlar mı? Kentlerine gelen yabancılara kendi kültürlerini dayatmadan onların beklentilerine göre hizmet üretebilirler mi? Konumlandırmalarını inanç turizmi üzerine inşaa edebilirler mi? Bu konumlandırma üzerinden sağlam projeler geliştirebilirler mi?

Şimdi söyleyeceklerim size itici gelebilir, ama bir pazarlama uzmanı olarak söylemeliyim ki; tasavvuf anlayışını ve ritüellerini incitmeden ve deforme etmeden, daha fazla insanı Konya’da tasavvufla tanıştırmanın ve deneyim yaşatmanın kitlesel ve pratik yollarını bulmalıdır Konya. Modern dünyada ruhu kirlenen insanın Konya’ya gelerek ve tasavvufla ilgilenerek arınabileceğini vaad edebilmelidir Konya.

Mesela Konya’da Mevlana Öğretisi Okulları kurulabilir. Haftada 500 veya 1000 katılımcı kabul eden bu okullara gelenler, Mevlana öğretisini aktarabilecek bilge hocalardan tasavvuf eğitimi alabilirler. İslami propaganda içermemek kaydıyla maneviyata dair değerli öğretiler aşılanabilir bu kitlelere. Sema öğretilebilir. Tasavvuf müziği dersleri verilebilir. Yalnız arınma arayışı içindeki turiste ilginç gelecek şekilde dersler kurgulanmalıdır. Gündüzleri tasavvuf eğitimi alan turistler akşamları Konya’yı gezmeye yönlendirilmelidir. Haftanın bir günü de tamamen Konya’yı gezme turuna ayrılmalıdır.

Sertifikasını resmi kurumlardan alan bu okullardan Konya’da yüzlerce olduğunu hayal ediyorum. Öğrencilerini cennet bahçesine benzeyen bir ortamda bulunan mini kulübelerde ağırladıklarını hayal ediyorum. Günlük kıyafetlerini bırakarak ve okula özgü kıyafetleriyle bir haftayı geçirdiklerini ve kentte dahi bu kıyafetleriyle dolaştıklarını hayal ediyorum. Bu okulların her birinde turistlerin kendi dinlerine ait mini ibadethaneleri olduğunu hayal ediyorum. Arınma ve detoks adına sadece bitkisel bir menüden beslendiklerini hayal ediyorum.

Evet, önerimi biraz ticari buldunuz sanırım. Bu proje önerim eğer iyi kurgulanırsa ticari kokmayacaktır. Tam tersine gittikçe dejenere olan, manevi değerlerden uzaklaşan insanlara tekrar etik ve erdem kazandıracaktır.  

(Ayrıca; Müslüman olmayan toplumların belleklerinde hoş olmayan bir imaja sahip olan İslam’ı çaktırmadan sevdirmenin yolu pekala bu projeden geçebilir. Bir din aliminin de dediği gibi cihad illa savaşla değil, iknayla da olabilir. Hele günümüzde savaşarak ilerlemenin imkansızlığı ortadayken, Müslüman olmayan yığınları İslam’a sempatiyle bakmalarını sağlamak daha da önemli bir hal almadı mı? Bu misyonu da dünyada sadece Konya hakkıya üstlenebilir. )

Tabi Konyalılar kafa kafaya verip inanç turizmine dair daha çok ve daha güzel projeler üretmeleri gerekir. Bu projeler hem turistlere tatmin edici vaatte bulunmalı hem de geldiklerinde de bu projelerden beklediklerinin üzerinde bir tatmin elde etmeleri gerekir. (Sanırım Konyalılar Mevlana, tasavvuf ve inanç turizmi adına yapabileceklerinin tamamını yaptıklarına inanıyorlar ve bu noktada tıkanmış durumdalar. Kafalarını “reset”lerlerse daha yapılabilecek çok şeyin olduğunu görebilirler.)

İnanç turizmine katkı sağlaması için Konyalılara diğer önerilerim de şunlar;
·         Mevlana filmi senaryo yarışması düzenlemelisiniz.
·         Hollywood’a Mevlana Filmi çektirmelisiniz.   
·         Mevlana’yla ilgili yazılmış kitapların yabancı dillere çevrilmesine ve yurtdışında basılmasına yardım etmelisiniz.
·         Tasavvuf müzikleri yarışması düzenlemelisiniz.
·         Konya’da her yerden görülebilecek bir Mevlana ve semazen heykeli olmalıdır. (İzmir’in Buca ilçesinde var da, siz de neden yok?)

Evet, markalaşma konularında danışmanlık hizmetleri veren bir pazarlama uzmanı olarak Konya’nın konumlandırmasının Mevlana (tasavvuf) üzerine kurulmasını öneriyorum. Konya’nın diğer özelliklerinin ve güzelliklerinin dünyada yeterince ses getirmeyeceğine inanıyorum. Bunların Mevlana için Konya’ya gelen turistlere yan fayda olarak sunulmaları gerektiğini düşünüyorum.

Dünya insanlarını Konya’ya çağırmak için yürütülecek iletişim faaliyetlerinde sadece Mevlana ve tasavvuf üzerinden mesaj verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Zaten tek ve güçlü bir özellik üzerinden yakaladığınız insanlar gerek internet, gerek turizm acentaları üzerinden yapacakları araştırmalarda Konya’nın diğer güzelliklerini ve özelliklerini öğreneceklerdir. Konya’ya geldiklerinde buralara da uğrayacaklardır.

Konya, tüm ileri gelenleriyle kent markalaşmasına önem verirse 5-10 yıla kalmaz Türkiye’nin en çok turist, öğrenci, iş adamı ve vasıflı çalışan çeken kenti olabilir. Turizm geliri 5 milyar doları geçebilir. Bu da kent sakinlerine refah ve kent kurumlarına da kentlerini geliştirmek için fon sağlayacaktır.

gel, gel, ne olursan ol yine gel,
ister 
kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel,
bizim 
dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir,
yüz kere 
tövbeni bozmuş olsan da yine gel...

Hayattayken herkesi kendisine ve öğretisine çağıran Mevlana, hala bu çağrıyı dünyaya yapmaktadır. Konyalılar Mevlana’nın bu mirasını yaşatmak için bile markalaşmak zorundadırlar.